Ana içeriğe atla

Kayıtlar

kelime deyim hikayeleri etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Makamsal Türk Müziğinde Aralıklar ve Koma Değerleri

Batı müziğinde iki sesin arası iki eşit parçaya bölünmektedir ve arada kalan ses diyez ya da bemol ifadeleriyle tanımlanır. Ancak Türk Müziğinde iki notanın arası her birine koma ismi verdiğimiz 9 eşit parçaya ayrılmaktadır. 1,4,5 ve 8 komanın özel isimleri ve harfleri(rumuz) vardır. Makamları ortaya çıkaracak olan dörtlü ve beşliler oluşturulurken bu isimler ve harflerden yararlanılır.

2 dirhem 1 çekirdek deyiminin hikâyesi

Keçi boynuzu tohumu her zaman aynı gramdadır.  Tarihte elmas ölçümü için " karat " olarak kullanılırdı.  16 çekirdek 1 dirhem eder (~3gr)  Öyle ki iki dirhemlik altının 1 çekirdek fazla tartılması satıcının itibarını gösterirmiş.  2 dirhem 1 çekirdek deyimi de buradan gelir.

"İpten adam almak" deyiminin hikâyesi

Bir tarihte varlıklı bir İngiliz, ağır bir suç işlemiş. O suçun cezası "idam". Adam hemen ülkenin en ünlü avukatını tutmuş. Avukat demiş ki: - Merak etme... Ben seni kurtarırım. Mahkeme başlamış. Avukat savunmasını yapmış. Ve hâkim kararını açıklamış: -İdam! Avukat, hapishaneye gitmiş, müvekkiliyle konuşmuş: -Merak etme, seni kurtarırım. -Nasıl? -Bu işin temyizi var... Temyiz, idamı bozacak. Dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesinin kararı: -Mahkeme kararının onanmasına... İdam! Adam "hani beni kurtaracaktın" diye avukatına çıkışmış. Avukat hala sakin: -Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Konu, Avam Kamarasına gelecek. Gerçekten, Avam Kamarası'na gelmiş. Konuşulmuş. Sonunda, parmaklar kalkmış: -İdam! Adam sinirli mi sinirli. Avukat da sakin mi sakin: -Merak etme. Seni kurtarırım. Lordlar Kamarası, idamı geri çevirir. Endişen olmasın. Lordlar Kamarası toplanmış. Olayı incelemiş. Kararını vermiş: -İdam!

Emirgân–Emir Güne Han ( Yusuf Paşa )

Emirgân semtinin adı nereden geliyor acaba  diye merak etmiştim, bakın neLer çıktı karşıma ! Vikipedi ( özgür ansiklopedi )’ den aynen aktarıyorum. “ IV. Murat , İran seferi sırasında Erivan'ı kuşatmıştı. Kaleyi korumakla görevli Emir Güne Han, şehri savaşsız bir şekilde Osmanlı Devleti'ne teslim etti. Kale komutanının bu davranışı hoşuna giden IV. Murat, kaleyi Osmanlı Devleti'ne savaşsız bir biçimde teslim etmesinden dolayı haklı olarak 'vatan haini' damgasını yiyeceği İran'a dönme olanağını artık yitirmiş bulunan Emir Güne'yi alıp İstanbul'a getirdi ve o zamana kadar "Feridun Bey Bahçeleri" adıyla anılan bugün Emirgan'ın yer aldığı semti kendisine bağışladı. Emir Güne burada derhal kolları sıvayarak envayi çeşit içki imal etmek olan işine başladı ki bu sırada IV. Murat içkiyi yasaklamıştı. Bu eski Boğaz semtine 'Emirgân' denmesinin sebebi işte yukarıda anlatılanlardan kaynaklanmaktadır. “ şuradaki şu cümLe dikkatimi çekti

"Ombudsman" ne demek ?

Kavram İsveç kökenli, İsveççe'de "temsilci / aracı" demek. “Aracı” anlamına gelen ‘ombuds’ ve “kişi” anlamına gelen ‘man’ kelimelerinden oluşmuş. Rivayet odur ki; vaktiyle İsveç Kralı savaşa gidiyormuş. Bir adamı yediemin seçip "Sen bundan sonra ülkenin Ombudsmanısın. Ben yokken geride bıraktığım yöneticiler halka zulüm yapar, haksız kararlar verirse şikâyetleri dinle. O kararları halkın lehine düzeltmeye çalış." demiş. ve daha fazLası ===>

" iki dirhem bir çekirdek" sözü nereden gelir?

" Keçiboynuzu 'nun Yunanca adı keration. İngilizce de carob, Arapça da ise kırrat. Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış. Bu yüzden keçiboynuzu kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiş. Pr. Dr. Aydın Akkaya şöyle yazıyor: "Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişmeyen tek tohumdur... Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hem de içine su alması olasılığının çok az ve çok uzun zamana bağlı olduğu içindir. Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlı döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır... Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem değişmekle birlikte 3 gr. ağırlığı temsil etmektedir... Satıcı iki dirhemlik bir şey satarken (8 çekirdek) lütfedip 1 çekirdek fazla tartarsa bu, mali alan kişinin itibarini gösterir. Olağandan fazla giyinen, süsl

aĞzından bakLayı çıkaRmak deyiminin hikâyesi

Türkçe de bakla ile alakalı iki deyim vardır. Her ikisinde de illiyet, kurutulmuş baklanın zor ıslanması ve zor yumuşamasıyla ilgilidir. Kurutulmuş baklanın ağza alındığında ıslanıp yumuşaması uzun bir süreyi ilzam eder. Sır saklama ve dilini tutma konusunda kendisine itimat edilemeyen kişiler için " ağzında bakla saklanmaz " deyiminin kullanılması bu yüzdendir. Yani duyduğu bir sırrı hemen başkasına anlatır, demlenesiye kadar yahut bir baklanın ıslanacağı müddet kadar olsun beklemez demeye gelir. Baklayla ilgili diğer deyim baklayı ağzından çıkarmaktır. Deyim, içimizden geçtiği halde mekan ve zaman müsait olmadığı için nezaket veya siyaset en söyle ( me ) diğimiz şeyler için birisinin bizi ikazı zımnında "çıkar ağzından (dilinin altından) baklayı" demesine işarettir. Deyimin hikayesi şöyle: Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfür bazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anla

Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak deyiminin hikâyesi

Dimyat Mısır'da, Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye gelirdi. Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdenizde Arap Korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar. Binbir müşkilat içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış, memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" sözünün aslı buradan kalmıştır. kaynak

Özrü Kabahatinden Büyük deyiminin hikâyesi

Padişahlardan bir tanesi dalkavuğuna çok kızmıştır. Kelleni alacağım senin demiştir. Beri taraftan, dalkavuğunun aslında çok imrendiği zekâsıyla da alay etmek gelir aklına; - " Amma " der. " Öyle bir şey yap, öyle bir şey söyle ki özrün kabahatinden büyük olsun! O zaman kelleni kurtaracaksın " Arkasını dönüp sofaya doğru geçen Padişahın kararının kesin olduğunu anlayan dalkavuk telaş içindedir. Hemen düşünmeye başlar. Can korkusuyla titreyen dalkavuk o sırada arkası dönük Padişahın bir ayağını yukarıya, basamağa attığını görür, koşarak Padişahın poposuna bir el atar. Şaşkınlık ve zaten var olan öfkenin katlanmışıyla arkasına dönen Padişah, gürler; - " Bre densiz! Ölümünü bu kadar çok mu yakına aldın? Allahhhhh..." Boynu bükük, yere bakan dalkavuk aman dilenir; - " Özür dilerim Padişahım. Sizi dalgınlıkla Valide Sultan zannettim de! " Dalkavuğun kellesi kurtulmuştur. kaynak

Saman Altından Su Yürütmek deyiminin kökeni

Vaktiyle köyün birinde ahalinin tarlaları ve meyve sebze bahçelerini suladığı bir su kaynağı varmış. Bu kaynak köyün ortak malıymış. Civarda başkaca su kaynağı olmadığından bütün köylü arazisini bu kaynaktan nöbetleşe sıra ile sularmış.Kimin ne vakit, ne kadar su kullanacağı belliymiş ve herkes kendi sırasını takip eder, komşularının hakkına da saygı gösterirmiş. Ancak her köyde olduğu gibi bu köyde de açıkgöz bir adam varmış. Sebze bahçesi su kaynağının hemen yakınında bulunan bu adam,herkes gibi sırası geldiğinde gider, kaynaktan suyunu alırmış ama bununla yetinmeyip kaynak ile bahçesi arasına gizli bir su yolu kazmış.Kimseler farketmesin diye de su yolunun üzerini taşla tahtayla kapatıp üstüne de saman balyaları yığmış. Su , diğer vakitlerde bu saman altından aka aka açıkgözün tarlasına kadar gidermiş. Yaz ortasında herkesin tarlası susuzluktan yanıp kavrulurken, onun ki fidanların boy üstüne boy attıkları, yemyeşil bir halde olurmuş.Üstelik bostanın ortasındaki sulama havuzu da,

“buyrun cenaze namazına” deyiminin hikayesi

IV. Murad zamanında tütün,içki ,keyif verici madde yasağı koyar ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır. Bugünkü üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. Derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider. Selam verir.oturur. kahveci yanına gelip, “Baba erenler kahve içer mi?” diye sorar. padişah evet der. kahveci “tütün içer misin?” der, padişah “hayır!” der. İşkillenir kahveci, tütün içimiyor da ne işi var burda diye. zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri doLaşır oRtaLıkta. Eli titreye titreye kahveyi götürür. -baba erenler ismini bağışlar mı? -Murad. -Peki isimde sultan da var mı? -“eLbette var!”deyince kahvecinin bet beniz atar.zangır zangır titrer ve; “ öyLeyse buyrun cenaze namazına!” der, olduğu yere yığılır. IV. Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına af eder. kaynak

keLime/deyim hikâyeLeri : Dingo’nun ahırı

Atlı Tramvaylar zamanında, tramvaylar iki atla çekilirken dik Şişhane yokuşunu çıkabilmek için Azapkapı’dan takviye at alarak yokuşu çıkabilirlermiş. Tramvay bu haliyle Taksim’e kadar gelir, burada çıkartılan atlar, bugün Taksim alanının batı kısmındaki sular idaresi maksemi ( eskiden bentlerden gelen suları evlere, çeşmelere, hamamlara dağıtmak için lüleli havuz ve tekneleri olan üstü örtülü su haznesi binası ) ile Fransız konsolosluğu arasında bir ahırda bir süre dinlendirildikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak Azapkapı’ya götürülürlermiş. Taksim’deki bu ahırı Dingo adlı bir Rum vatandaş işletirmiş. Gün boyu bir sürü atın girip çıkmasından dolayı dilimizdeki '' Burası Dingo'nun ahırı mı giren çıkan belli değil? '' sözünün buradan geldiği söylenir.

“günah keçisi” deyimi nereden geLiyor.

Çok tanrılı dinler zamanından tek tanrılı dinlere geçen bir günahlardan arınma seremonisi var. Belli zamanlarda insanlar, günahlarını simgeleyen notları, muskaları ve benzeri şeyleri bir keçinin üstüne asar ve keçiyi çöle, ölüme gönderirlermiş. " Günah Keçisi " deyimi oradan geliyor.İşte şeytan da günah keçilerinin en büyüğü… İnsanoğlu (veya kızı) önce bazı edimlerine "günah" tanımını yapıyor. İlk başta Mezopotamya'da bireyi ezmek için ve daha kötüsü birey kendi ezilişini doğrulasın diye keşfedilen günah daha sonra İran'da bireyi korkutmak için icat edilen şeytanın hükümranlığına veriliyor... Okyanusya ve Uzakdoğu'daki cinlerle uç veren, İran Zerdüşt diniyle başlayan şeytan imalatı… Oysa eski kadim uygarlıklarda belirgin bir şeytan imgesi yok. Onun yerine engellenmiş aşıkların, kazıklanmış tüccarların, boynuzlanmış kocaların ve kıskanç komşuların kötü mizaçlarını dile getirmeye yarayan iblisler var yalnızca. Bir de her şeyin olduğu gibi cehenneminde bir

'ipten adam almak' deyiminin hikâyesi…

Yargıtay başkanı Osman Arslan'ın ağzından bu sözün nereden geldiğinin hikayesi : Bir tarihte varlıklı bir İngiliz, ağır bir suç işlemiş. O suçun cezası 'idam'. Adam hemen ülkenin en ünlü avukatını tutmuş. Avukat demiş ki: - Merak etme... Ben seni kurtarırım., Mahkeme başlamış. Avukat savunmasını yapmış. Ve hakim kararını açıklamış. -İdam!.. Avukat , hapishaneye gitmiş, müvekkiliyle konuşmuş: -Merak etme, seni kurtarırım. -Nasıl? -Bu işin temyizi var... Temyiz, idamı bozacak. Dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesinin kararı: -Mahkeme kararının onanmasına... İdam! Adam 'hani beni kurtaracaktın' diye avukatına çıkışmış. Avukat hala sakin: -Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Konu, Avam Kamarasına gelecek. Gerçekten, Avam Kamarası'na gelmiş. Konuşulmuş. Sonunda, parmaklar kalkmış: -İdam!... Adam sinirli mi sinirli. Avukat da sakin mi sakin: -Merak etme. Seni kurtarırım. Lordlar Kamarası, idamı geri çevirir.

tüy diKmek!...

Söylentiye göre tüy dikmek deyimi; orta çağda (Özelikle de Fransa'da) soylusundan köylüsüne kadar oraya buraya pislemeyi adet edinmiş halkın tuvaletini yaptıktan sonra kakasına tüy dikmesi, kuruyunca da tüyden kakayı tutup kaldırıp atmasından gelmiştir. Hatta zamanında Avrupa'da 'Napolyon’un mezarına tüy dikmek' gibilerden de hakaretamiz bir deyim bile varmış. *Başka bir rivayete göre de; tuvaletle henüz tanışmayan ve lazımlıkları sokaklara boşaltma âdeti 17. yüzyıla kadar süren Avrupa'da her zaman sokağa boşaltılan pisliklere basma tehlikesi vardı. bu yüzden pisliğin üzerine basılmaması için pisliğe tüy dikilirdi ve böylece orada pislik olduğu belirtilirdi. *Bizde ise kısaca halk arasında "Halt (!) yemekle yetinmeyip akabinde bu halta 'ben buradayım' dedirten bir başka haltın daha yenmesi" durumlarını tabir eden bir söz. oysa ben kızıLderiLi'LerLe iLgiLi birşeydir diye düşünüyoRdum. yanıLmışım ! <----->

ŞÖNİZLİ Mİ RÖDİZLİ Mİ?

1950’li yıllarda Fındıkzade’de yaşlı bir bakkal, sucuk almak isteyenlere sorarmış: “ Şönizli mi olsun, rödizli mi? ”. Her şeyin çeşidinin çıktığı yıllar, halkımız “ çeşit kültürüyle ” dalgasını geçiyor. İkisi de aynı, mahalleli bakkalın şakasını anlar, “rödizli olsun, dün şönizli yemiştik”der. Espri mahallede herkesin diline dolanır. Biri, berber koltuğuna oturduğunda, berber sorar: “ Şönizli mi keseyim, rödizli mi? ”.. “Bu yaştan sonra şönizliyi ne yapayım, rödizli kes!”... Sigara mı istiyor, “ ağbi bir şönizli ver, rödizli çok içtik, esmiyor! ”... Herkesin ağzında şönizli, rödizli... Fındıkzadeli bir muhterem zat, Antalya’da bir yapı kooperatifinin ortağı olarak mukavelenin hazırlandığı ilk toplantıya katılır. İnşaat ve yapı tekniklerinin terimlerini bir türlü anlayamaz, maddeler de yavaş yavaş tartışılıp kaleme alınır. Toplantı boyu anlamadığı bir sürü şeyi tasdikleyen Fındıkzadeli muhterem, son maddeye sıra geldiğinde yapıların pis su boruları ne olacak diye tartışırken, hem topl

ŞEY Nereden Geliyor

Ömer Hayyam , küp denklemleri ile ilgili ciddi bir eser yazmaya koyuldu. Bu cebirsel denklemin bilinmeyenine, Arapça " şey " diyordu. Bu sözcük İspanyolca yapıtlarında Xay diye yazıldığından, zamanla X   biçimi alacak ve bilinmeyeni göstermekte kullanılan evrensel X harfine dönüşecekti. Amin Maalouf , Semerkant , s.34

PARADİS

Paradis, ingilizce " cennet " anlamına gelmektedir ve bu kelime acemceden " paradaeza " yani bahçe sözcüğünden gelmiştir. Amin Maalouf , Semerkant , s.178

KANGURU : BİLMİYORUM

James Cook , Avustralya kıtasına çıkışında garip bir hayvana rastlar. O ana  kadar hiç görmediği bu hayvan zıplayarak hareket etmekte ve yavrusunu da karnındaki cep benzeri bölümde taşımaktadır.Daha sonra bu hayvan hakkında bilgi edinmek ister ve bir Avustralya yerlisine işaretlerle bu hayvanın ne olduğunu sorar. Yerli cevap olarak " KANGURU " der. O zamandan beri biz insanlar bu hayvanlara kanguru diyoruz, yalnız garip olan şu ki; kanguru Avustralya yerlilerinin dilinde " bilmiyorum " demekmiş. suNay aKın

ti'ye almak deyimi nereden geliyor?

Bir denizaltının gemilerin birbiri ardına sıralandığı bir konvoya, iskele ya da sancak tarafından cephe oluşturmasıyla “ T ” harfi çıkar ortaya. Böylesi bir konum sonrasında denizaltı için tüm gemiler avlanacak keklik gibidir. Denizcilik dilinde bu duruma “ ti’ye almak ” denir. (S.260 ....) SUNAY AKIN ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR ÇINAR YAYINLARI 1.BASIM İSTANBUL, EKİM 1999

GİBİ SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE...

Türkler otomobilden önce atlarına düşkündüler. Öyle ki, atları öldüğünde derisini yüzer ve içini samanla doldururlardı. Gözlerini önünden ayırmadıkları bu heykele de “ kipi ” adını verirlerdi. Bu sözcük Türkçemizde “ gibi ”ye dönüşmüştür. (s.22) SUNAY AKIN ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR ÇINAR YAYINLARI 1.BASIM İSTANBUL, EKİM 1999