Ana içeriğe atla

Kayıtlar

hikaye/masal/mitos etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Makamsal Türk Müziğinde Aralıklar ve Koma Değerleri

Batı müziğinde iki sesin arası iki eşit parçaya bölünmektedir ve arada kalan ses diyez ya da bemol ifadeleriyle tanımlanır. Ancak Türk Müziğinde iki notanın arası her birine koma ismi verdiğimiz 9 eşit parçaya ayrılmaktadır. 1,4,5 ve 8 komanın özel isimleri ve harfleri(rumuz) vardır. Makamları ortaya çıkaracak olan dörtlü ve beşliler oluşturulurken bu isimler ve harflerden yararlanılır.

Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz - Nota Akor Eşlik

Söz: Sabahattin Ali Beste: Bilinmiyor ( Rize / İkizdere ) yöresine aitmiş sanırım Basit Eşlik & Video: Yusuf Bişgen Nota Yazım : Serdar Türkmen Not: Nota yazımı için Serdar Türkmen'e teşekkürler. Değiştirdiğim akorlar italik olanlardır. Türkünün ( La ) mp3 uzantılı eşliğini buradan indirebilirsiniz. ----------------- Sene 1341 mevsime uydum Sebep oldu şeytan bir cana kıydım Katil defterine adını koydum Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sen üzülme anam benim dertlerim çoktur Çektiğim çilenin hesabı yoktur Yiğitlik yolunda üstüme yoktur Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Çok zamandır çektim kahrı zindanı Bize de mesken oldu Sinop'un hani Firar etmeyilen buldum amanı Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sinop kalesinden uçtum denize Tam üç gün üç gece göründü Rize Karşı ki dağlardan gel oldu bize Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Bir yanımı sardı müfreze kolu Bir yanımı sardı Varilcioğlu Beş yüz atlıylan kestiler yolu Eşkı

Pencereden Bir Taş Geldi (Mamoş) türküsünün hikâyesi

Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. Etrafta bunu sezmeye başlamıştır. Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. Fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır. Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder, yerler içerler, eğlenirler. Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir. Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir. İçerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabanc

Bodrum Hâkimi türküsünün hikâyesi

Mefharet Hanım 1951 yılında Kütahya, Tavşanlı'dan Bodrum'a tayin edilmiş ve 1954 yılında da intihar etmiştir.  İntihar eden Mefaret Hanım'ın öyküsü yarım asırdır filmlere konu oldu, türküsü Bodrum ve Milas yöresinin dilinden düşmedi ama kimse "gerçeği" bilemedi. Bodrum Hakimi, şimdi, Tolga Çandar'ın çıkardığı "Türküleri Egenin 2" albümüne adını verdi. İşte size birden fazla gerçeği olan yaşanmış bir öykü. Türkiye'nin ilk kadın hakimlerindendi Bodrum Hakimi. Tek görev yeri Bodrum değildi elbet, ama Bodrumlular onu öyle sevmişlerdi ki... Bu dürüst, gözüpek, "erkek gibi" hakim hanıma saygıyla karışık bir sevgi duyuyorlardı. Aslen nereli olduğu önemli değildi, "Bodrum Hakimi" idi o. Bodrum'da iz bırakanlar takviminde böyle tanıtılıyor Bodrum Hakimi Mefaret Tüzün. Hakkında bundan fazlasını öğrenmek de pek mümkün değil zaten. Denediğiniz zaman resmi makamlardan da Bodrum'un yaşlılarından da aynı tepkiyi alıyorsunuz: "

Alageyik türküsünün hikâyesi

Tövbe ya... Tövbe ki, tövbe! Yalnız geyik avına mı tövbe. Yoksa dağların doruklarına, kırların yeşiline, havaya, suya mı bu tövbe? Tüm güzelliklere mi tövbe. Eee ne dersin. Bir kez ecel elini atmaya görsün. Gençlik, nişanlılık, yakışıklılık para eder mi? Sebep? Sebep dizi dizi. Kimini bir çukura düşürür; kimini bir kayadan uçurur. Kimi bir yağlı kurşuna göğüs verir, kimi yele sele gider. Sonra da türkülerin diline takılır, yıllar sonrasına taşınır olay. Öykümüz Toroslarda geçer. Toroslarda geçer ya, çukurun bitip, tepelerin başladığı; Güneyin bitip, Güneydoğunun başladığı kesiminde Torosların. "Gavurdağları" derler buradaki Toroslara. Düz ovayı geçip, Antep - Maraş yolunu tutanlar, bu dağlardan geçmek zorundadır. Zorundadır ya, geç geçebilirsen. Mübarek dağ değil, zulüm kalesi sanki. Alttan bakarsın sipsivri bir tepe. Sağına bakarsın dağ; soluna bakarsın dağ. Kıvrım kıvrım Gâvurdağı'nın tepesine tırmanmak zorundadır, bu dağı geçmek isteyenler. Bir yanından girilir d

Neresi cennet, neresi cehennem ?

Ermiş bir adam, Tanrı ile sohbet eder. "Ey Yüce Tanrı'm. Ben Cennet ve Cehennem'in nasıl yerler olduğunu merak ediyorum." Bunun üzerine Tanrı adamı iki adet kapının önüne getirir ve kapıları sırayla açmasını söyler. İlk odanın kapısını açar. Odanın ortasında büyük yuvarlak bir masa vardır. Masanın ortasında da büyük bir güveç içinde çok leziz kokular saçan bir yemek durmaktaymış. Masanın başındakiler çok zayıf, hastalıklı görünüyorlarmış. Ellerinde sapları güvecin içine girip yemeği alacak kadara uzun kaşıklar bulunmaktaymış. Fakat kaşığı doldurduktan sonra yemeği ağızlarına götüremiyorlarmiş, çünkü kaşığın sapı kollarından uzunmuş. Ermiş adam kenardan tüyleri ürpererek odayı seyrediyorrmuş.Tanrı:"İşte burası Cehennem." Buradan çıkıp diğer odanın kapısını açmışlar. Oda diğer odayla tamamen aynıymış. Odanın ortasında büyük yuvarlak bir masa, masanın ortasında da leziz kokulu yemek duruyormuş. İnsanların ellerinde aynı uzunlukta sapları olan kaşıklar bul

“Dil olmasaydı, insanların hâli ne olurdu?"

Ezop , Sisam Adasının Kralı Ladmon'un kölesi olmadan önce, çağın tanınmış bilginlerinden Ksantus'un kölesi imiş. Ksantus, bir gün Ezop'a demiş ki: " Çarşıya git, bu akşamki misafirlerime en iyi, en lezzetli yemekleri yapman için ne gerekiyorsa satın al. " Fakat Ezop'un, Ksantus'un misafirleri şerefine verdiği ziyafet için pişirdiği bütün yemekler, yaptığı tatlılar hep " dil "den yapılmıştı. Ksantus, Ezop'a misafirleri önünde bağırmış: " Nedir bu kepazelik? Ben sana en lezzetli, en nefis, en tatlı yemekleri yap, dedim. Sen hepsini dilden yapmışsın. " Ezop şu cevabı vermiş: " Evet efendim, en lezzetli yemekleri, en nefis tatlıları, hep dilden yaptım. Dünyadaki en güzel, en tatlı şey dildir. İnsanlar dilleriyle anlaşırlar, dilleriyle dua ederler, diğerlerine karşı sevgilerini dille anlatırlar. Dünyadaki en iyi, en tatlı, en güzel şey dildir. Dil olmasaydı, insanların hâli ne olurdu? " Aradan zaman geçmiş, Ksantus, d

YaLancı Çoban / aLtyapı-eşLik / nota / hikâye

YALANCI ÇOBAN Küçük çoban koyun sürüsünü güdüyordu. Bir kurt görmüş gibi bağırmaya başladı: - Yetişin! Yetişin! Kurt var! Köylüler hemen koşup geldiler. Ama küçük çobanın yalan söylediğini anladılar.  Küçük çoban, aynı şeyi birkaç defa daha yaptı. "Kurt geldi!" diye bağırıp herkesi başına topladı. Derken, günün birinde kurt gerçekten geldi. Çoban yine: - Yetişin! Yetişin! Kurt var! diye bağırdı. Ne yazık ki köylüler, onun yine yalancıktan bağırdığını sanıp yanına gitmediler. Kurt ise sürüdeki koyunlardan birkaçını parçaladı, yedi. Fuat Baymur - Kemal Demiray (Çocuk Edebiyatı Antolojisi, 1961) kaynak MasaLın bir diğer ( uzunca olanı ) versiyonu Bir varmış,bir yokmuş.Ülkenin birinde bir şehir,şehrin içinde bir köy,köyün içinde de köylüler varmış.Bu köylülerin ekip biçtiği topraklar,topraklarında sere serpe dolaşsın, yesin,içsin, semirsin diye besledikleri kuzuları,koyunları varmış,varmış ta köy öyle zengin ya da ağası bol,fakiri çok değil, her köylünün evinde üç

Binlerce kişi, binlerce ceylanla birlikte semah tuttuk üç gün üç gece, kırkgün, kırkgece..

  (…) Kalktık Horasandan sökün eyledik. Parlar omzumuzda uzun şelfeler. Kurt sürüleri gibi dağıldık dünyaya, yayıldık mağrıptan maşrıka dek. Kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımızı Sind suyuna, Nil suyuna sürdük. Memleketler, kaleler, şehirler aldık, devletler kurduk. Haran ovasına, Mezopotamyaya, Arabistan çölüne, Anadoluya, Kafkas dağlarına, geniş Rus bozkırlarına, on bin, yüz bin kara çadırla kartallar gibi indik. Uzun, yedi direkli, keçi kılından kara çadırlarımız... Her birinin içi insan hünerinin en büyük, en güzel, en ince renkleri, nakışlarıyla işlenmişti. Ya şelfelerimiz, ya kılıçlarımız, hançerlerimiz fıldişi sapları altın işleme tüfeklerimiz, dibeklerimiz, hırızma, gerdanlık, tepeliklerimiz kilim, keçe, çullarımız... Haran ovasında binlerce kişi ceylanlara karışıp semah döndük. Ulu şahinler gibi. Şölenler tuttuk, kutsal cemler büyüttük... Ulu denizlerden ulu denizlere dalgalarca çalkalandık. O kıyıdan bu kıyıya vurduk. Kaleler, şehirler, memleketler, ırklar, so

Borç almaya alışan, emir almaya da alışır!

4.Murat durmadan çevredeki küçük ülkelere borç verirmiş.. Dayanamamış Vezir, birgün Padişaha; - " Yüce padişahım, biz bu ülkelere niye durmadan para veriyoruz ki! "  demiş... 4.Murat'da; - " Borç almaya alışan, emir almaya da alışır! " demiş... miş de miş miş ! +-+-+-+-+ Borçlu Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında  Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan  Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde  O baharlım laklakını durup dinlememişsen  Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden  Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine  Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden  Yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan  Çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada  Dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen  Yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası  Kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan  İskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence  Varolasın koçum benim diye el sallamamışsan  Bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma

MİTOLOJİ

En ilkel çağlardan bu yana, kendini bildi bileli, insanın hayal gücü durmadan işlemiş ve yeryüzü ile gökyüzünü çeşitli düşsel yaratıklar, tanrılarla süslemiştir.Bu insan yapısı tanrıların, yarı-tanrıların kişilikleri, serüvenleri, birtakım efsaneler içinde, kuşaktan kuşağa ta çağımıza kadar gelmiştir.İşte bu bilgilerin tümüne eskiden esatirderdik, bugün de mitologya (mitoloji) diyoruz. ATHENA'NIN FLÜTÜ İCAT ETMESİ Athena bir gün rüzgarların ormanlar arasından geçerken çıkardıkları fısıltıları, sesleri, feryatları taklit etmek istedi. Bir geyik kemiği parçası aldı, deldi bir flüt yaptı. Sonra Olympos'a çıktı ve bütün mabutların toplandıkları salonda icat ettiği flütü çaldı, fakat flütü üflerken avurtları şiştiğinden, güzel yüzü, geçici bir zaman için çirkin bir hal aldı. Bu yüzden Aphrodite ile Hera onunla alay ettiler. Gücenen Athena berrak bir kaynağın başına gitti ve gerçekten flüt çalarken yüzünün çirkinleşip çirkinleşmediğini suya bakarak denedi. Son